25 Temmuz 2010 Pazar

"Abla"nın, Varlığınla Buluşma Seminer ve Şenliği izlenimleri, 4

Verandada, göbektaşına uzanmışçasına, küçük kızkardeşi ile ter dökerken, "mevsim dolayısıyla tam doluluğa ulaşan sitemizde, mevcut tesislerin, ancak ortaklarımızın ihtiyacını karşılayabildiği... ortaklarımızın kan ve sıhrî hısımları dışındakilerin site içerisine alınmayacakları... artezyen kuyularındaki azalma nedeniyle duşların kapatıldığı..." içerikli anonsa kulak veren, -yol üzerine çift sıra park edildiğinden- burnunu, verandası dibindeki akasya ağacı altına sokmaya çalışan büyük siyah arabayı görünce saçları diken diken olan "abla", kendisini birden, özgürlüğünü -alanını- yitirme korkusu sınavında bulur; üzerindeki işgal edilme, ele geçirilme gerginliğinden sıyrılabilmesi için bir kaç deriiiiin nefes alması gerekecektir.

Ustanın, her daim muhteşem müzikle mayaladığı, "merak etmeyin, kalbiniz, ciğerleriniz yanmayacak..." diyerek, hacimli nefeslerle derinleşmesini sağladığı, arada zil sesiyle sağlamlığını test ettiği meditasyonlar sırasında "abla", -çok istemesine karşın, ne yazık!-, kardeşleri gibi "uçma"yı beceremez. Her nedense, her seferinde ayakları yerde, dibi sandalyede, yere uzandığı bir çalışma sırasında ise, -bir ihtimal bu güzelim duyguyu deneyimleyebileceğini sandığı seferinde, boynu civarında dolanan karıncanın neşeli ısırıklarıyla- sırtı kündededir.

Uçamasa da; gözleri kapalıyken, birlikte ürettikleri
"ooooo!" sesi/frekansıyla güçlü mor ışıklar görür; bir kayanın kuytusunda loş bir mekânda, bebek İsa'nın sarımsı taş bir kurnada vaftizi, serin kumlu çölde yürürken rastladığı devasa kayanın gölgelediği derin, duru, lâcivert gölde yüzdüğü; kardeşleri, gelen enerji dalgalarına atlarken, bir önceki çalışmada kendisine kristal bir koni hediye eden 12 muhteremin içinde bulundukları saldan uzanan elle sudan çekilip, gönül bölgesindeki tahta-metal çarka, eski 2.5 liralar büyüklüğünde 12 pırlanta yerleştirdikleri, -uzaktan, ola ola hantal bir leylek olup uçuşunu gözlerken-, sırtına bağlı araba koltuğunda kahkahalar atan küçük bir oğlan çocuğunu bir yerlere götürdüğü; bir seferinde de eski minibüslerdeki çıkartmaları hatırlatan kocaman gözlerin uçuştuğu pek çok sahneye tanık olur.

Üzerinden bir hafta geçmiş olmasına karşın duygu yükünü yitirmeyen
, Dome'un ayakucunda, karşı tepeye bakan kerevette, iki kardeşiyle, arada bir-ikisinin kaydığı yıldızlı göğe bakıp, rüzgâr eserken susup, hafiflediğinde sazı ele alan cırcırböceklerinin cırıltısı kulağında geçirdiği gecenin sabahında, sivrisineklerin sol kaşı üzerinde yaptıkları yoğun çalışma sonucu, henüz botoks yaptırmışcasına ifadesiz alınla uyanışını; ustanın, "işin yarısını yaptığını..." iddia ettiği göletteki muhteşem banyoları; Dome kubbesi altında, birbirlerine sarıldıkça büyüyen, sarıp sarmalayan -neredeyse elle tutulur-, kardeşlik frekansından sıyrılmak istemeyip, ömrünün kalanını bir köşesinde geçirme dileğini; karışık ot -delidomat, kursalak, kızılbacak- böreğini, Saraylı tatlıyı; yoğun enerji duşlarıyla yorgun bedenini yatağa serdiği serin, ferah, güzelim Taş Ev'de, aşağıdan yükselerek, oda arkadaşıyla tutturduğu uzun sohbetlere karışan, gençlerin ürettiği müziğin harika ritmiyle uykuya varmayı; bir kazayla hafifçe puslansa da, başını boş yakaladığında, Kelt müziği eşliğinde -biraz ürkerek de olsa- trambolinde zıplayıp hoplamayı; gözleri bağlı diğerine güvenerek yaptıkları yürüyüş sonrası kampa, dere içinden, kayan yosunlu taşlar üzerinde dört ayak, güle eğlene dönüşlerini... "abla", kolay kolay unutamayacak.

Şu ya da bu şekilde
bir dokunuş, üç beş söz, bir bakış... ile birşeyler öğrenmesini sağlayanların yanısıra; dere yatağından ayıkladığı parlak taşlarla yaptığı yığmalara nazire, iri taşlarla muhteşem denge anıtları diken "meçhul sanatçı" kardeşine; "yorgun musun abla?" sorusuyla, yorgunluğuna dikkatini çekerken, bunun hiç de örtbas edilmesi gerekli bir eksiklik olmadığını farketmesini sağlayan kardeşine, ellerinden kendisini tanıyıp gözlerinde Belgin Doruk'u görerek, kendisini özel ve güzel hissetmesini sağlayan kardeşine, kalbini tüm gayretiyle açarak -bir gülle- ulaşmasına izin veren kardeşine, yeni tanıştıklarında sarılma için izin isteyip ayrılırken, kendisine pastanın kremasında olduğunu müjdeleyerek, tepeye, kırmızı şekerlemeye ulaşmak için -işaret parmağının ilk boğumunu göstererek- "şu kadar kaldı Fatoş Abla!" diyen, tatlı orman perisi kızkardeşine; çok uzun zamandır göğsüne çöreklenmiş oturan, soluğunu boğan tıkanıklığı, yaptığı şifa çalışmasıyla bir çırpıda söküp atan sevgili oda arkadaşına; bu güzelim buluşmayı organize eden Şifa Çemberi ile birlikte, gelmekte olanın demo'su muhteşem frekansı deneyimleme mekânı sağlayarak yardım ve yataklık eden Hızır Kamp'a; ve elbette, yüreğine koyarak yaşamını kolaylaştırdığı "herşey yolunda..." güveniyle 2004'ten bu yana, yoluna ışık tutup sorularının yanıtlarının peşine düşme itişi sağlayan ustası Ali'ye, "abla", -sözcüğün taşımaya yetmediği duygularla- içtenlikle teşekkür eder.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder