13 Ağustos 2010 Cuma

"Abla"nın, bir zorlu öfke yangınından daha, tutuşmadan geçişinin öyküsü.

Bir gün önce kendisine bir vantilatör hediye ederek, sıcaktan ağırlaşıp üstlerine yapışmış geceyi hayatta kalarak geçirmesini sağlayan; yaşamdaki amacı, başta seyahat, -kendisinin lüks saydığı- birtakım ihtiyaçlarını karşılamak gibi görünen küçük kızkardeşiyle, sakin sıcak denizden çıkıp, otoparka dönüşmüş bahçesi içinden geçerek verandaya ulaşan "abla"nın, sardunya bariyerini aşarak ortalara kadar gelip parketmiş beyaz Tofaş otomobili görmesiyle, saçlarının diken diken olması bir olur!

İlk iş kooordinatlarını, duygusal açıdan dengeye ne uzaklıkta olduğunu kontrol eder: Durum hiç de parlak değil; kendisini, arabaya kötü bişey yapmayı planlarken bulan "abla", derin soluklarla tepkisini, buranın bir bahçe olduğunu anlatan sivridilli bir mesaj yazıp sileceğe iliştirme boyutuna indirirse de, görülen o ki, uzun süredir uzağında olmakla öğündüğü yakıcı öfke ateşinin tam göbeğinde!

Önce sessizleşir; kardeşine, öfkeyi büyütmemek adına birşey söylemez ama, geçen zaman kızgınlığını indirgemeye yardım etmeyince, arabanın verdiği rahatsızlığı, öfkesini dile getirir. Neşe gibi öfke de bulaşıcı ve katlanarak çoğalma özelliği taşıdığından, az zaman sonra kızkardeşler -dışarıdan bakana taze ceviz yiyor görünmekteyseler de- kendilerini pusuya yatmış, arabanın talihsiz sahibini bekliyorken bulurlar.

"Abla"nın mırıl mırıl "...sabır, huzur..." dilediği zaman, -kontrolün, öfke temsilcisi ego'su Sebastian'dan, sükûnet, hoşgörü temsilcisi Ben'im Varlığı Basiret Hanım'a geçtiği paha biçilmez zaman- ilerler, ilerler, ilerler... Yüreğindeki kızıl öfke korunun küllenmeye yüz tuttuğu, aklındaki kötücül planların puslandığı bir zaman aralığında, elinde uzun saplı spor çantası, üzerinde Trabzonspor forması, yüzünde meleksi utangaç bir ifade olan, iri mavi gözlü, yuvarlak yüzlü sarışın genç arabanın yanında belirir.

Kucağındaki ceviz kabukları dolu tepsiyi masaya koymasıyla, yerinden fırlayıp verandanın parmaklığına dayanması bir olan "abla"nın ilk çıkışı "bizim bahçeyi pek beğenmediniz galiba?" biçimindedir. İki kardeş,
sonradan Burhaniye İskele'de oturduğu anlaşılan- deplasmandaki genci sağlı sollu sataşmalarla epey sıkıştırırlarsa da, oğlanın mahcup tavrı ile, aradan geçen, öfke/sevgi seçimi yapmaya yetecek uzunluktaki muhteşem zaman süresi sayesinde -bir saat önce karşılaşılmış olsa, çok daha sert bir tartışmaya yol açabilecekken- şakalaşma kıvamında süren görüşme, oğlanın, verdiği hasara karşılık bahçesinden sebze getirme vaadiyle, güle eğlene sona erer; kızkardeşler edindikleri bu yeni kardeşlerinin korna çalarak ayrılan arabasını el sallayarak uğurlarlar.

Beş yıl önce yaz kış oturmak niyetiyle, 30 yaşındaki yazlık eve tadilât yaptırırken, şirketin düzenli keşifleriyle karşılaşan, caddeye kadar olan alanı kapmaya, ne niyeti, ne de hâli ve vakti olmadığını anlatana dek göbeği çatlayan "abla", sözkonusu yerin otoparka dönüşmesini engellemek üzere, oraya buraya bahçıvan marifetiyle konmuş, plajı, yolu görememekten şikayetçi komşularının sabotajından korumak için aralarına bir iki de incir fidanı gizlenmiş sardunyaları, özene bezene sulamaya gayret eder.
Giden arabanın altından çıkan yere yapışmış sardunyaların gövdelerindeki, benzerlerine bahçenin öte kıyısında da rastladığı koyu kahve renk, aklına, birkaç yıl önce sularken gözleri önünde sessizce yıkılan, köküne paslı teneke sokulmuş incir fidanı, "bilinmeyen bir neden"le birden kuruyan bir başka meyve fidanı, aşılanmış armut ağacının dörder çeliğinden bazılarının sökülmesi olaylarında olduğu gibi, suikast olasılığı getirse de, "abla" bunlara fazlaca yatırım yapmamayı daha huzurlu bulur.

Ertesi akşam üzeri elinde
, topan patlıcan, domates, biber dolu bir poşetle veranda merdivenlerinde beliren meleksi masum bakışlı utangaç genç, "abla"nın huzura yaptığı yatırımın bir sonucu olsa gerektir.