21 Temmuz 2010 Çarşamba

"Abla"nın Varlığınla Buluşma Seminer ve Şenliği izlenimleri, 1

Yuvarlak melamin tepsiye yerleştirdiği çay, keçi peyniri, zeytinden oluşan alçakgönüllü kahvaltısını eder, zerdeçallı bal sürdüğü peksimetini gevelerken kulağına gelen biiip, biiip, biiip, biiip'ler üzerine verandadan bakan "abla" ne görsün? Şirketin kepçesi taarruza geçmiş, geri geri giderek, emek emek suladığı sardunyalar, zakkumlar üzerinden bitişik sıradaki evlerden biri bahçesine ulaşmaya çalışmakta: Bu bir sınav! Hemen koordinatlarını kontrol edip, duygusal açıdan nerede olduğuna bakan "abla", dehşetsiz, öfkesiz, paniksiz konumunu beğenir. Az bir zaman önce tam çizgide olduğunu, öfkesizliğe geçmek, orada kalabilmek için çaba harcadığını, şimdi ise bunu doğallıkla yapabildiğini görür pek sevinir.

Kahvaltısını bitirir, tıkanmış kanalizasyon kanalına ulaşmak üzere kazma işini bitirmiş kepçenin bahçeyi terkedişini izler, kısa bir hasar saptaması yapar, bilgisayarını açar; 2004'te çalışmalara başladıkları yıllarda,
"duygusuz birer et parçası..." olmalarından kaygı duyan sevgili kardeşini anarak yazısına başlar:

İstanbul'dayken, bilge arkadaşının
"çemberler tamamlanıyor" demesi üzerine kulakları ve burnu havada "abla", bir işaret beklemekteyken, ilgiyle izlediği koşulsuz sevgi sitesinde 17-18 Temmuz, Bilinçli Kavuşum içerikli yazılarla karşılaşır. Demeye kalmadan, 2004'te, Kadıköy'de bir dershanenin üst katında, bir kaç ay boyunca daha iyi olmak için yaptıkları çalışmalarda kendilerine rehberlik eden ustasından Kaz Dağları Hızır Kamp'ta -sözkonusu tarihi kapsayan beş günlük sürede- yapılacak Varlığınla Buluşma Seminer ve Şenliği'ni haber veren bir mail alır.

"Gün, bu gün!" der, yerini ayırtır; gidişiyle dönüşü arasında geçen süre içinde "abla", bu bir çeşit Milâtmış da, oradan öteye yol varmış gibi, kamp sonrası için hiç plan yapmaz.

İstanbul'dan gelenlerle buluşmakta zorluk çekmemek için kampa bir gün önce yollanan "abla", serviste rastladığı komşusuna ve Burhaniye, Yorgancılar Sokağı'nda uğrayıp balık çorbası içtiği ahbabına konuyu
"pek mübarek günler..." diye anlatır, saf kalple iyilik için dua etmelerini önerir.

Edremit'ten bindiği LPG'li taksi ile,
Zeytinli'den geçerek Kaz Dağları Milli Parkı içlerindeki Hızır Kamp'a ulaştığında günü yarılamıştır; kalacağı Taş Ev'in bir önceki konuğu -gönülsüzce- ayrılana dek, taşlar üzerinde şıngırdıyarak akan duru dereye çekilen engelle oluşturulan gölete girer. Derenin yatağı ile kışın kullandığı daha geniş yatağına serili, -Şirince'nin de zeminine döşeli- ışıltılı taş, (Coğrafya Sözlüğü'nde belirtildiği üzere, granitin yüksek sıcaklık ve basınç altında değişime uğraması yani metamorfize olması sonucu oluşan) gnays, "abla"nın ilgi ve beğenisini hakeder, "Kaz Dağları'ndan bana bir taş getir" diyen komşusu, kızı ve kızkardeşleri için en parlayanlarından birkaç tane seçilir. Kitabını okur, çevreye kulak açar, dereye girer, yabancılık hissettiğinden olmalı suyu soğuk bulur, minik bir melek kız bebekleriyle Avusturyalı aileyi gözler, sever.

Yerleşmek üzere kendisini kalacağı Taş Ev'e götüren kardeşinin verdiği,
"Dom'un yukarıda olduğu..." bilgisini, "abla"nın ego'su Sebastian, "vallaha ben fazla kaptırmak istemiyorum" şeklinde yanıtlar.

Yemek öncesi, çamlar altında bir kerevette,
İstanbul'dan gelenler dışında seminere katılmaya niyetli küçük grupla hasret gideren ustasına rastlar, izleyen günlerde grupla tekrarlayarak sonrasında tiryakilik yaratacak şekilde sıkıca sarılır özlem giderirler. 2004'ten beri görüşmediklerinden, "abla"nın anlatacak çok şeyi vardır.

"Abla"nın,
anne yemeği diyerek sevgi ve özlemle adlandırdığı güzellikteki akşam yemeğinde, seminerin diğer öğünlerine de damgasını vuracak olan, çok derde deva zerdeçal baş rol oynar.

Yemek sonrası, ustanın önerisiyle
-belli ki seminer başlamıştır-, esmer güzeli, gülüşü kendinden güzel bir kızla "hayırdır inşallah!" diyerek sakin bir köşeye çekilen "abla"nın üç soru yanıtlaması istenir. Gözlerinin pırıl pırıl akı ile dişlerinin beyazı karanlıkta ışıldayan kardeşi sorar: "Ne istiyorsun?" "Abla"nın hedefi belli; "Ben'im Varlığımla buluşmak!" İkinci soru, "Ne yapacaksın?" Yanıt, "Pozitif/yeşil alanda dengede kalacağım!" Üçüncü soru "Neyi deneyimleyeceksin?" "Abla" çok kararlı, "Pozitif/yeşil alanda dengede kalmayı kalıcı hale getireceğim!" Kardeşi sabırla defalarca tekrarlar, Nuh... diyen "abla" ...Peygamber demez, ifadesini değiştirmez. Herşeyin -zaten- yolunda olduğu, hiçbirşey yapmanın gerekmediği prensibine dayanan sorgu, "abla"nın çooook yükseklerdeki çıtasına takılır; değersizlik duygusunu yeni yeni üzerinden atıp Tanrı'nın eşsiz güzellikte bir parçası olduğu fikrine ulaşalı/alışalı, bir lokma bir hırka kanaatkârlığından sıyrılmış -kararlı tekrarlarla ne istediğinin DNA'sına dek her hücresince duyulmasını sağlayan- "abla" ister de ister, talihsiz sorgucu kardeşini epeyce yorar.

Cırcır böceği cırıltısının
aşağıdan gelen dere mırıltısına karıştığı, antepfıstığı, zeytin, mandalina ağaçları arasındaki Taş Ev'e yatmaya giden "abla", pencere kenarındaki yatağında zeytinden sıyrılmış gök parçasında yakalayabildiği yıldızlara bakarken derin, sakin, güzel bir uykuya dalar.

1 yorum:

  1. Gözlerinin pırıl pırıl akı ile dişlerinin beyazı karanlıkta ışıldayan kardeşi sorar: "Ne istiyorsun?" "Abla"nın hedefi belli; "Ben'im Varlığımla buluşmak!" İkinci soru, "Ne yapacaksın?" Yanıt, "Pozitif/yeşil alanda dengede kalacağım!" Üçüncü soru "Neyi deneyimleyeceksin?" "Abla" çok kararlı, "Pozitif/yeşil alanda dengede kalmayı kalıcı hale getireceğim!" Kardeşi sabırla defalarca tekrarlar, Nuh... diyen "abla" ...Peygamber demez, ifadesini değiştirmez.

    YanıtlaSil