7 Ocak 2011 Cuma

Kendi tarikatının biricik şeyhi "abla", "zamanların sonu"na bir kala konumunu gözden geçirir.

2011 yılının beşinci gecesi, pek tenha Alibeyköy'de, Kuzey Ege'deki evine dönmek üzere otobüse binmeden, "ben 10 numarayım" diyerek küçük bavulunu uzattığı muavinin "10 numara derken?"yollu şakasına katılan "abla" ağzı kulaklarında yerine yerleşir, önündeki küçük ekranda yabancı bir komedi filmi seçer, izlemeye ve yola koyulur. Uyur, uyanır, mönüye yeni eklenmiş Newage müzik dinler, Susurluk'ta molada yayla çorbası içer, yine uyur, sabaha karşı saat 5:30'da, şoförle muavinin yerini kestiremedikleri, -çift şerit çalışması yüzünden "abla"nın da tanımakta zorlandığı- Karaağaç Köyü'nde iner.

Yazlık sitede çok az kişi kaldığından, bu mevsimde durakta taksi bulamayacağını bilen, cep telefonu da kullanmadığından, yola çıkmadan bağlantısını yapıp aradığı, İstanbul'dan çıkış saatine göre "abla"nın bindiği otobüsün köye 6'da varacağını söyleyen Ali Bey, ortada yok.

Bir sokak lambası altına konuşlanan, poyrazdan korunmak niyetiyle ilk iş iyice sarmalanan "abla"nın ikinci işi yüreğini yoklamak; gurbete İstanbul'a, okumaya gittiği serin pazartesi sabahlarının içini iki kat üşüten yalnızlık, terk edilmişlik, zavallılık karışımı acı hissi yerinde, ne hoş!, yıldızlı gök altında gönlünde hafif bir neşe...
Burhaniye-Ayvalık kara yolu üzerinde, şantiye karmaşası dekorlu caddenin öte kıyısında kahve üzerindeki karanlık eve, zihninden, Ali Bey'i uyandırma sinyali yollayan "abla"nın gözü, fırının kamyonetiyle selamlaştıktan bir kaç dakika sonra, köşeyi dönen taksinin farıyla kamaşır.

Soğuk ama, kullanmadığı odalara yaydığı 25-30 kg. kireç taşı sayesinde nemsiz evine girer girmez yaktığı sobasının sıcak mırıltısıyla içi geçip kestirirken, on günlük İstanbul ziyaretinin mutluluk verici bilançosunu gözden geçiren "abla", 2010 yılının son haftası başında İstanbul'a yollanmadan, birlikte film izlediği sevgili arkadaşından, Sinema Tarih Buluşması'nı haber veren bir mail almıştır.

Kendini yoklayan, -sinema, sıralamasında başlarda yer alıyor olsa da,- "abla"nın, bu kez dileği gayet net: Sinemasever arkadaşına, uzun, derin sohbetler yapacağı birebir buluşmalar düzenlemek niyetinde ve ihtiyacında olduğunu bildiren bir yanıt verir. İnsana bakarak, kendi hakkında uzun yıllar boyu bilgi toplayan "abla", görünen o ki, biriktirdikleri ile kendi senaryosunu yazma, Dünya yaşamında avatarı olduğu kendi tarikatının şeyhi sıfatıyla, "olma" yolunda...

Belirttiği zaman aralığında kendisiyle buluşmayı dileyen arkadaşlarından gelen mailleri sıralayan "abla", damadı ve kızıyla evde, S. Spielberg'in sunduğu, Uzaylılarla temasın anlatıldığı, ortalama birer buçuk saat uzunlukta 10 bölümlük, akıcı-sürükleyici dizi Taken'ı, ihtiyaçlarını bitkisel düzeye indirerek izledikleri iki gün sonunda, buluşmalara başlar.

İlk iki buluşma, "abla"nın "evyapımı terapi" dediği türde faydaya neden olurken, üçüncü buluşmaya Kadıköy Çiya'da, kestaneli, kayısılı leziz Bozbaş ve sumak şerbeti eşlik eder. Kızıyla damadı, arkadaşlarıyla birkaç günlük Amsterdam turuna katıldıklarından "abla", kız kardeşleri ve ortaokuldan kadim arkadaşıyla yeni yıla, havai fişek yerine tabanca mermisi kullanan komşuları sayılmazsa, huzur içinde girerler.

Yeni yılın ilk günü, kalabalık akraba grubunun bir araya geldiği güzel bir gün olur; kuzenlerinden birinin bir ara telefonla Almanca yaptığı konuşmanın, "abla"nın kafasını kurcalayan esrarı, daha sonra muhteşem bir hikâyeyi çerçeveleyerek çözülür.

Birlikte Almanya'ya yolculuk ettikleri sıra, kuzeninin arkadaşı öğretmen hanım, bir ziyaretlerinde, yorgunluktan uyuyakalmış Alman meslektaşı beyin üzerine bir battaniye örter. O battaniye sihirli uçan halı gibi, bugünlerde, yüreği aşkla dolan o adamı, Türkiye'ye taşımaya başlar; arkadaşı öğretmen hanım Almanca bilmediğinden, kuzeni, yanlarında olmadığı zamanlarda onlara telefonla tercümanlık etmekte. Aşka yol açan iyi niyet, "abla"ya kalırsa, güdük bir paragraftan çok daha fazlasını, hacimli bir roman konusu olmayı hak eder.

Bir sonraki buluşmada, Aziz Barnabas'nın kaleme aldığı, havarilerin İsa Peygamber'in sabrını ikide bir, "öğretmen, biz senin dediğini anlamadık!" diyerek sınayışlarını "abla"nın çok içten bulduğu; kuru, katı, ruhsuz Yeni Ahit'te, Aziz Yahya'nın "...ben onun çorabının bağlarını bağlamaya lâyık değilim" sözleriyle İsa'yı müjdeleyişine benzer biçimde, bu kez İsa'nın Hz. Muhammed'i haber verişinin anlatıldığı, -bu özelliği yüzünden apar topar çevrilip basılmışa benzeyen- Barnabas İncili'ni, görüşlerine, deneyimine değer verdiği arkadaşına bırakma ziyareti sırasında "abla", hanımdan, bir belgeselde söz konusu kitabın, Hz. Muhammed'in adının geçtiği yerlerin üst üste bir kaç kez silinip yazıldığının saptandığını öğrenir.

Olmazsa olmaz Tahtakale ziyareti sırasında, ürettiği el yapımı anahtarlıklar için, bin halka aldığı Mercan Kilit Han'dan çıkıp, yılbaşı hediyesi olsun diyerek yaptığı, Hindistan'dan gelme kemik, minik kutular alışverişi sırasında "abla", henüz öğrendiği "para enerjinin gölge biçimlerindendir, pazarlığınızı yaparken bir adım atın, üç beş fazla vererek karşınızdaki lehine bir durum yaratın, açtığınız alanda, bu gölge enerji hareket olanağına kavuşarak hareketlenecek; böylece, tuttuğunuz değil, akışkanlık kazandırdığınız paranın size fazlasıyla dönüşünü sağlayacaksınız"bilgisini, parayla -çoğu zaman arızalı- ilişkisini sınama fırsatı yakalar.

Ayının on hikayesi var, dokuzu armut üzerine... sözünü kanıtlarcasına her buluşmada, edindiği,kendince çok önemli bilgiyi paylaşmak isteyen "abla" anlatır: "Hücrenin yapı taşlarından karbonun yalıtımda kullanıldığını okuduğumda, bildiğim halde, bunun mistiklerin perde dediği şey demek olduğunu yeni fark ettim" der, "bu yalıtım yüzünden insan algısı sınırlı; içinde bulunduğumuz zamanda, Dünyanın yıkandığı yeni ve güçlü enerjiler, yapılarımızı silikat esaslı hale dönüştürecek, kristaller daha fazla bilgi barındırdığından, bizler de yitirdiğimiz yeteneklerimizi tekrar kullanabilir hale geleceğiz."

Kahvaltıda buluştuklarında, "abla"nın, uzun yıllara yayılan dostlukları boyunca her seferinde, sağ bulduğuna sevindiğini söyleyip, bilgeliğinize ihtiyacımız var mesajı verdiği annesi, sevgili arkadaşının sevgisiyle hayatta tuttuğu, muhteşem güzellikte zengin, eski, güçlü ruh taşıyan bir kadın.

Uzun zamandır görmediği bir başka arkadaşıyla buluşması, "abla"nın "aynada gözlerinin içine bak, gördüğünle konuş, onu güzel bulduğunu söyle" diyerek kendisini sevme pratiklerini anlattığı sırada, kendisinin de nereden nereye geldiğini gözden geçirdiği sıcak bir sohbete sahne olur.

Küçük kardeşinin grubuyla da bir araya gelen "abla", eski bankacı arkadaşlarının Küçük Bebek'te açtığı Luna Piena balık lokantasında yedikleri güzel yemek sırasında, güçlü enerjilerle beslenen yeni ay-güneş tutulması günü 4 Ocak'ta, 2011'i planlayıp dilekte bulunurlarken, en gençlerinin, büyük bilgelikle sadece huzur ve neşe dilediğine tanık olur.

Kuzey Ege'ye göçeli son beş yıldır, "abla"nın, İstanbul'a gelip Taksim'e İstiklâl Caddesi'ne çıkmadığı, tek vizyon filmi görmediği -şaşılası- ziyaretinin son buluşması, '75'te grafik okumaya başladığı yıl edindiği arkadaşıyla gerçekleşir. Yola çıkmasına iki saat kalana dek yaptıkları sohbetin asıl konuşmacısı, 25 yıl önce, ikisi arasına küçük poposuyla ite kaka ilişip, annesi "abla"nın -o zaman da gayet işlek- çenesini tutup tutup kendine çevirip, "anne, anne, anne..." diyerek konuşmalarını kıskançlıkla bölen kızı.

Yaşamın ne olduğu hakkında bilgece sezgiye erişmiş genç bir kadın olan kızı, arkadaşına, zamanların sonunda kendi tarikatından kendi şeyhlik deneyimini aktarırken abla", bir zamanlar tek cümlesini tamamlamasına izin ver(e)mediği kızını, sevgiyle, hayranlıkla dinlediğine hayretle tanık olur.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder